Gerçi artık seçime çok az bir zaman kaldı, ama gecikmiş de olsa, Ekmeleddin İhsanoğlu hakındaki düşüncemi yazayım.
Ekmeleddin İhsanoğlu'nun cumhurbaşkanı adaylığı, özelde Ak Parti iktidarının ve Tayyip Erdoğan'ın son 12 yıllık icraatlarının, genelde ise Türkiye'deki dindar/muhafazakar kesimlerin daha uzun soluklu mücadelelerinin bir başarısıdır. İhsanoğlu'nun babası Mehmet İhsan Efendi, 1924'te hilafetin lağvedilmesi ve medreselerin kapatılması üzerine, medrese eğitimini tamamlamak için Mısır'a giden bir zat. Orada Mehmet Akif'in yakın arkadaşı oluyor. Bir nevi, Mehmet Akif gibi, Atatürk devrimlerini protesto ederek gönüllü sürgüne giden birisi. Bu zatın oğlunun, bugün Kemalizmi hala inatla savunmaya devam eden CHP tarafından cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesi, kendileri açısından bir tutarsızlık, bizim açımızdan ise, İslam'a karşı büyük saldırıların yapıldığı, dindarlara büyük zulümlerin yapıldığı bir dönemin sona erişinin bir göstergesi.
Sonra, hem Mehmet İhsan Efendi hem de oğlu Ezher mensupları. Ezher diplomalarının denkliği 28 Şubat'ta YÖK tarafından tanınmaz olmuştu. Daha 5-6 yıl öncesine kadar YÖK Ezher'i tanımıyordu. Bugün, o devrin ayrımcı uygulamalarına imza atan Nur Serter, Ezher mensubu bir cumhurbaşkanı adayına destek vermek zorunda kalıyor. Allah insanı şaşırtmasın!
Diğer bir konu, yakın zamana kadar Ak Parti'ye muhalif olan bazıları, "Abdullah, Recep Tayyip, Sümeyye, Hayrünnisa, bunlar hep Arap ismi, bunlar Türk değil" diyorlardı. O zaman böyle konuşanlar, şimdi, günlerce adını telaffuz etmekte zorlandıkları Ekmeleddin İhsanoğlu'nun adaylığını alkışlıyorlar. Biz de ibretle izliyoruz.
İsim deyince, dikkat çeken diğer bir nokta, Ekmeleddin İhsanoğlu 1970'te Türkiye'ye doktora yapmaya geldiği zaman ismi Ekmeleddin Muhammet İhsan imiş. Daha doğrusu, isminin Arapçası Ekmeleddin bin Muhammed İhsan yani sondaki Muhammed İhsan, baba adı oluyor. Mahkeme kararıyla önce ismindeki Muhammed'i Mehmet yapıyor, sonra da İhsan'ı İhsanoğlu'na tahvil ediyor. Kemal Kılıçdaroğlu'nun da asıl soyadı Karabulut'ken sonra mahkeme kararıyla değiştirmiş. Atatürk'ün de hayatı boyunca isminin zaman içinde değiştiğini biliyoruz. Ama hayatının hiçbir aşamasında, "Mustafa Kemal Atatürk" olarak anılmamış. Mustafa varsa Atatürk yok, Atatürk varsa Mustafa yok. Time dergisinde 1941'de çıkan bir makalede şöyle yazıyor: "This blond, blue-eyed, Bacchic roughneck had seven names before he died as Kamâl Atatürk." İhsanoğlu önce isminden "din"i çıkardı, "Bana Ekmel bey derler" dedi, sonra onu da "bana çocukken Ekmek derlerdi" dedi. Bir insan, ismiyle bilinir. İhsanoğlu'nu nasıl bileceğimizi şaşırdık. İsmi bile bu denli tartışmalı olan biri güven vermiyor.
Biz Ekmeleddin bey'i cumhurbaşkanı adayı ve İKÖ/İİT Genel Sekreteri olmadan önce de tanıyor ve biliyorduk. İhsanoğlu öyle büyük bir alim, akademisyen veya düşünür değildir. Bürokrat tipli bir akademisyendir. Eskiden beri bizim zihnimizdeki imajı, aristokrat, elit, İngiliz centilmeni tarzı giyimi kuşamı olan, etliye sütlüye dokunmayan biriydi. Ben 2000lerin başında bir akademik kongrede görmüştüm kendisini. Hatta bir hocamız tarafından tanıştırılmış, ayak üstü bir sohbetimiz olmuştu. O zaman bende oluşan imajı böyleydi. IRCICA Başkanı iken "editör" sıfatıyla yaptığı ve CV'sine koyduğu yayınların önemli bir bölümü, intihal değilse bile emek gasbıdır. IRCICA'daki araştırmacılar çalışır, araştırma yapar, kitabı hazırlarlar, Ekmeleddin bir önsöz yazar ve kitabı CV'sine katar. Sistem böyle işler.
Biz Ekmeleddin bey'i cumhurbaşkanı adayı ve İKÖ/İİT Genel Sekreteri olmadan önce de tanıyor ve biliyorduk. İhsanoğlu öyle büyük bir alim, akademisyen veya düşünür değildir. Bürokrat tipli bir akademisyendir. Eskiden beri bizim zihnimizdeki imajı, aristokrat, elit, İngiliz centilmeni tarzı giyimi kuşamı olan, etliye sütlüye dokunmayan biriydi. Ben 2000lerin başında bir akademik kongrede görmüştüm kendisini. Hatta bir hocamız tarafından tanıştırılmış, ayak üstü bir sohbetimiz olmuştu. O zaman bende oluşan imajı böyleydi. IRCICA Başkanı iken "editör" sıfatıyla yaptığı ve CV'sine koyduğu yayınların önemli bir bölümü, intihal değilse bile emek gasbıdır. IRCICA'daki araştırmacılar çalışır, araştırma yapar, kitabı hazırlarlar, Ekmeleddin bir önsöz yazar ve kitabı CV'sine katar. Sistem böyle işler.
Yıllar öncesinden Ekmeleddin İhsanoğlu'nun yazdıklarını okumuş, konuşmalarını dinlemiş biriyim. "Seminal work" diyeceğimiz, sahasında dönüm noktası olmuş bir çalışması yok Ekmel beyin. Bir kere analitik düşünceyle arası iyi değil. Bilgileri alt alta sıralayan, sebep-sonuç ilişkisi kur(a)mayan, dağınık bir yapıda eserleri. Hakan Erdem'in Tarih-lenk kitabında İlber Ortaylı, Ahmet Akgündüz gibi isimlerin çalışmalarında bolca örneklerini gösterdiği "sloppy" tarz İhsanoğlu'nun çalışmalarını da sakatlıyor. Bana Halil İnalcık'ın veya Ahmet Yaşar Ocak'ın önemli eserleri nelerdir deseniz, hemen cevap veririm. Ahmet Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik kitabından altı çizilecek bir sürü pasaj getiririm. Ama İhsanoğlu'nun böyle bir eseri yok.
İhsanoğlu'nun akademisyen olarak dinlediğim konuşmalarında, yukarıda belirttiğima analitik düşünememe sorunu kendini daha açık gösteriyor. Yıllar önce bir hocam vardı, yazdığım paper'lara ilk zamanlar verdiği tepkiler hep, "But what is your argument?" şeklindeydi. Türk ya da Müslüman akademisyenler, şerh-haşiye geleneği içinde, nakilciliği ilim adamlığı zannediyorlar. İhsanoğlu da konuşurken, ayrıntılarda boğuluyorsunuz. Ortaya bir problematik koy(a)mıyor. Çalışmaları içinde bibliyografyaların önemli yer tutması boşuna değil. Bir konuda yazılmış eserleri alt alta sıralarken bir "argument" ortaya koymanız gerekmez.
Bana 5 yıl önce Ekmeleddin İhsanoğlu'nun akademik yönünü sorsaydınız, aynen yukarıdaki gibi cevap verirdim. Şimdi, İhsanoğlu'nun İKÖ/İİT kariyerine geleyim. Bazıları diyor ki, "İhsanoğlu Ak Parti'nin cumhurbaşkanı olacak tipte bir aday. Ama Ak Partililer, Ak Parti'nin adayı olsa öve öve bitiremeyecekleri İhsanoğlu'nu, sırf Erdoğan'ın karşısına çıktığı için şimdi yerden yere vuruyorlar." Gerçek bu iddianın tam tersi. Evet bir İhsanoğlu İKÖ/İİT genel sekreterliğine seçilirken ona büyük ümitler bağladık. Bu ümitler onun olağanüstü akademik kariyeri hürmetine değildi. Babası, Mısır geçmişi, IRCICA tecrübesi ve Arapçası sayesinde, üstüne ölü toprağı serpilmiş bir örgüt olan İKÖ'yü canlandırabileceğini, Ak Parti iktidarının dış politika performansının en azından bir bölümünü İKÖ'de gösterebileceğini düşünüyorduk. Bu yolda örgütün adı bile İKÖ'den İİT'ye değişti. Ama İhsanoğlu genel sekreter olarak idare-i maslahatçılıktan başka bir şey yapmadı. Nihayet Suriye ve Mısır konularında İhsanoğlu'nun pasifliği, zalimlere destek ve mazlumlara ihanet boyutlarına vardı. İhsanoğlu'nun İKÖ/İİT Genel Sekreteri olarak yaptığı konuşmalar içinde, "Helal olsun adama!" diyeceğimiz bir şey yok. Tamam, "one minute" demesini beklemiyorduk, ama, c.b. adayı olduktan sonra çıktığı Taha Akyol'un programında "Türkiye, Filistin-İsrail meselesinde tarafsız olmalıdır" sözünü edeceğini de hiç düşünmemiştik!
Siyasetçi için konuşma çok önemlidir. Miting, basın toplantısı, TV programı... İhsanoğlu zaten miting yapmayarak, c.b. seçiminde bir iddiası olmadığını göstermiş oldu. Çıktığı çeşitli TV programlarında, salon toplantılarındaki konuşmalarını dinleyince, insanlarla iletişim kurmak gibi bir derdinin olmadığı, kendisini ifade etmekte zorluk çektiği görülüyor. En son Yeni Şafak'ta Fatma Barbarosoğlu, Tayyip Erdoğan ve Ekmeleddin İhsanoğlu'nun bayram mesajları arasındaki farka dikkat çekti. Erdoğan "Ramazan BayramıNIZI tebrik ederim" diyor, yani seçmene HİTAP ediyor. Mesajı aldığınızda siz de gayrıihtiyari, "BİL MUKABELE" diyorsunuz. İhsanoğlu ise, "Ramazan Bayramı kutlu OLSUN" diyor. Bir hitap yok. Bir statement var.
Siyaset bilmeyen, insanlara dokunamayan İhsanoğlu'nun, 40 yıllık siyasi hayatı mücadelelerle geçmiş Tayyip Erdoğan karşısında başarılı olması mümkün değildi. Nitekim son anketler, Erdoğan ile İhsanoğlu arasında 15 ila 20 puanlık bir fark oluştuğunu gösteriyor. Tesadüf değil elbette.
Ekmeleddin İhsanoğlu'nun cumhurbaşkanı adaylığı üzerine bazıları, "CHP özverili davrandı" yorumu yaptılar. Oysa bu bir özveri değildi. İhsanoğlu ismi, kasetle CHP'nin başına getirilen Kılıçdaroğlu'na dikte edildi. Ta 2011'de, Aydın Doğan umreye gittiği zaman onu Ekmeleddin İhsanoğlu karşılıyor. Doğan, İhsanoğlu'na, "Abdullah beyden sonra sizi cumhurbaşkanı görmek istiyoruz" diyor. Bu, geçen yıl piyasaya çıkan Tevfik Diker'in kitabında yazıldı. Bugün Türkiye'de muhalefet dediğimiz kitlenin tek anlamı ve varlık sebebi, Erdoğan karşıtlığı. Hiçbir ilkeleri, hiçbir programları yok. İhsanoğlu'nu da sadece Tayyip Erdoğan'a karşı başarılı olsun diye çıkardılar. Tıpkı 30 Mart'ta Mansur Yavaş'ı aday gösterdikleri gibi. Eğer mezardakini çıkarıp aday gösterme mümkün olsaydı bunlar rahmetli Necmettin Erbakan'ı aday gösterirdi. Burada bir siyasi özveri, bir siyasi akıl yok. Bir çaresizlik hali var. Ekmeleddin İhsanoğlu bir proje aday olarak ortaya sürüldü. Adaylığını ilk duyduğumda "büyük bir fiyaskoyla sonlanacak" demiştim, şu anda gidişat o yönde.
Ekmeleddin İhsanoğlu'nun adaylığında Kılıçdaroğlu'nun tavrı da özveri olarak nitelendirilemez. Kendisine dikte edilen bu adayı reddetme gibi bir şansı yoktu. Aynı zamanda koltuğunu koruyabilmek için böyle düşük profilli bir aday işine geliyordu.
Yerel seçimlerde Mustafa Sarıgül Kılıçdaroğlu'na dikte ettirilmişti, çünkü Sarıgül zamanında, CHP'li bir kurulun hakkında yolsuzluk raporu hazırladığı ve bu rapora istinaden partiden ihraç edilmiş bir isimdi. Ayrıca Kılıçdaroğlu, Sarıgül'ün yolsuzluk dosyaları önünde poz vermişti. Ama yine de, Tayyip Erdoğan'ı devirmeye çalışan siyaset dışı güçler, Sarıgül'ün aday olmasını istediler ve istedikleri oldu. İhsanoğlu'nun adaylığı da aynı şekildedir. "Kılıçdaroğlu İhsanoğlu'nu aday göstererek özverili davrandı" demek, "Deniz Baykal kaset skandalı sonrasında CHP Genel Başkanlığından istifa ederek özverili davrandı" demek gibidir.
Özveri, kendisine zarar geleceğini bildiği/düşündüğü bir işi, genel fayda için yapmaktır. Kılıçdaroğlu Metin Feyzioğlu'nu aday göstermiş olsaydı özverili davranmış olurdu, çünkü Feyzioğlu c.b. seçiminde göstereceği iyi bir performansın ardından CHP Genel Başkanlığının en büyük adayı haline gelir ve seçimden sonra Kılıçdaroğlu'nu rahatlıkla devirebilirdi. Kılıçdaroğlu, seçimden sonra koltuğuna tehdit oluşturacak bir adayı göstermek istemiyordu, İhsanoğlu çok işine geldi. Aynı şekilde MHP'de Devlet Bahçeli, Meral Akşener'i aday göstermek istemedi, çünkü Akşener c.b. adayı olarak, MHP'nin 30 Mart'ta aldığından yüksek bir oy alsaydı, Bahçeli'nin koltuğu sallanacaktı. CHP de MHP de 12 yıldır sürekli başarısız oluyorlar, çünkü bu partilerde en önemli amaç seçim kazanmak değil, koltuğu korumak. 2009'da Deniz Baykal KK'yı tam da bu nedenle İstanbul'dan aday gösterdi. Eğer KK 2009'da Ankara'dan BB adayı olsaydı, belki Melih Gökçek'i devirecekti. Bu kadar büyük bir başarıyı gösteren birisi ise CHP'nin Genel Başkanlığına en büyük aday haline gelecekti. Baykal KK'yı İstanbul BB adayı gösterdi çünkü seçilemeyeceğini biliyor ve onu siyaseten tasfiye etmek amacı ve umudunu taşıyordu. Tabii KK beklentilerin üstünde oy aldı ve sonunda bir kaset hamlesiyle yine Baykal'ı devirdi, ama ben burada planlardan söz ediyorum.
CHP'nin de bir özverisinden söz edemeyiz. Çünkü adayın belirlenmesi sürecinde CHP'nin yetkili kurullarının (Parti Meclisi, meclis grubu, genişletilmiş il başkanları toplantısı vs) hiçbir dahli olmadı. Aday CHP'ye dikte edildi. Ak Parti'ye bakacak olursak, Tayyip Erdoğan MKYK, meclis grubu, il başkanları, anketler vs her aşamada partiyle istişare etti. Burada Bülent Arınç'tan Cemil Çiçek'e kadar çeşitli isimlerin de gündeme geldiğini ama Ak Partililerin büyük çoğunluğunun Erdoğan'ın c.b. adayı olması yönünde görüş bildirdiklerini biliyoruz. Kılıçdaroğlu CHP'de benzer görüşmeler yaptı, ama hiçbirinde partililere "Arkadaşlar, Ekmeleddin İhsanoğlu'nu aday göstermeyi düşünüyorum, ne dersiniz?" diye sormadı. Eğer CHP c.b. adayını bir önseçim şeklinde belirleseydi ve İhsanoğlu, böyle bir seçimde Metin Feyzioğlu, Mehmet Haberal, Emine Ülker Tarhan, İlker Başbuğ gibi aday adaylarının önünde bir oy alarak c.b. adayı olsaydı, o zaman CHP'nin bir özverisinden söz edebilirdik. Ama CHPliler bir "fait accompli" ile karşı karşıya kaldılar ve seçime az bir süre kala, kendi içlerinde kavgalı görüntüsü vermemek için, bu adayı sineye çekmek zorunda kaldılar.
Bütün bu argümanları çok rahat yapıyorum, çünkü 2007 Nisanında Tayyip Erdoğan'ın kafasında Vecdi Gönül veya Nimet Çubukçu gibi amfoter isimler varken, buna şiddetle karşı çıkmış, Ahmet Necdet Sezer faciasından sonra c.b. makamının siyaseten etkisiz ve yetkisiz şahıslara devredilemeyeceğini savunmuş biriyim. O tarihte bizim fikirlerimizi Bülent Arınç savundu, Çukuranbar toplantısında başbakana restini çekti ve Abdullah Gül'ün adaylığını sağladı. 22 Temmuz seçimlerinden sonra Erdoğan, yine tereddüde düşüp Gül'ün adaylığından vazgeçme işaretleri verdiğinde de buna karşı çıktım. Millet 22 Temmuz'da bir taraftan Ak Partiye oy verirken diğer taraftan c.b. adayı Abdullah Gül'e oy vermiş oldu dedim. 2007'de Vecdi Gönül veya Nimet Çubukçu'nun Ak Parti'den c.b. adayı olmaları ne ise, 2014'te Ekmeleddin İhsanoğlu'nun çatı adaylığı da odur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder