16 Mart 2011 Çarşamba
Masumiyet karinesi veya 1997'den 2011'e demokratikleşen Türkiye'nin resmi!
Birkaç gün önce, eski gazete kolleksiyonlarını karıştırıyordum. Nereden nereye geldiğimizi görmek açısından çok faydalı bir egzersiz; herkese tavsiye ederim. Hürriyet'in Şubat 1997 cildi ibret vesikalarıyla dolu. İşte, yukarıda, 28 Şubat'taki MGK toplantısına doğru Hürriyet'in sistematik bir biçimde yürüttüğü psikolojik harekattan tipik bir manşet. "Bakan değil militan"
12 Eylül'e giden yolda 6 Eylül'de Konya'da düzenlenen Kudüsü Kurtarma Mitingi önemli bir bahaneydi, 28 Şubat sürecinde de yine Kudüs merkezli bir tiyatro oyununun bahane edilmesi bir tesadüf olmamalı. İşte Sincan'da sahnelenen bu oyundan sonra, Sincan'ın Refah Partili belediye başkanı Bekir Yıldız, bir medya linçine maruz kalmış, sonunda tutuklanarak cezaevine konmuştu. Dönemin RP'li Adalet Bakanı Şevket Kazan, Yıldız'ı cezaevinde ziyaret etmiş, Hürriyet de bunun üzerine yaygarayı basmış! Neymiş? Kazan'ın ziyareti kamuoyunda "çok büyük tepki gör"müşmüş! Tepki gösterenler kimler? ANAP lideri Mesut Yılmaz, CHP lideri Deniz Baykal, eski Adalet bakanı CHPli Mehmet Moğultay...
Haberin hemen altında, Ertuğrul Özkök'ün köşe yazısını okuyalım. Özkök, "Acaba normal demokratik bir ülkede bir adalet bakanı, o ülkenin mahkemesinin çete kurmakla suçlayıp tutukladığı bir sanığı cezaevinde ziyaret etseydi o ne olurdu?" diye soruyor ve sorusunun cevabını kendi veriyor: "Söyleyeyim, o ülkenin tarihindeki en büyük skandallardan biri olurdu." Özkök devam ediyor: "Demek ki, Bakan Bey'in hukuku, Adalet Bakanlığı'nın hukuku ile aynı değilmiş. Bayramda, Feribot kaçıranları, daha önce de Sivas sanıklarını ziyaret etmişti. Kabahat bizde. O zaman bu tepkileri göstermediğimiz için iş bu noktaya geldi."
Bu yazının ilk başlığı "Masumiyet karinesini nasıl hiçe saydığınızı unutmadık!" idi. Evet, 1997'nin Hürriyet'inde, anayasanın 15. maddesinde "suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz" şeklinde ifade edilen masumiyet karinesinden eser yok! Bugün Ergenekon soruşturmalarında tutuklanan gazeteciler, Balyoz soruşturmasında tutuklanan generaller için sürekli hatırlatılan masumiyet karinesi, 1990larda Hürriyet ve diğer merkez medya yayınlarında, Sincan eski belediye başkanı Bekir Yıldız, Kayseri belediye başkanı Şükrü Karatepe, Sivas sanıkları ve YAŞ kararlarıyla TSK'yla ilişiği kesilen subay ve astsubaylar için hiç hatırlanmadı.
Hürriyet'in 17 Şubat 1997'deki manşetini alın, Adalet Bakanı'nın yerine Genelkurmay Başkanı'nı, Sincan belediye başkanı Bekir Yıldız'ın yerine de Balyoz sanığı generalleri koyun. 1997'den 2011'e Türkiye'nin ne kadar demokratikleştiğini göreceksiniz!
Hürriyet 1997'de "Bakan değil militan" manşetini atıyordu. 2011 Türkiyesinde "Genelkurmay başkanı değil darbe şakşakçısı" manşetiyle çıkan bir gazete gördünüz mü?
Yanlış anlaşılmamak için hemen düzelteyim, bugün Ergenekon soruşturmaları sırasında yapılan gözaltı ve tutuklamaları, 28 Şubat dönemindeki hukuk ihlallerinin rövanşı olarak görüyor değilim. Veya Hürriyet'in 1997'deki manşetini göstererek "Bakın bunlar her şeye müstehaktır!" da demiyorum. Elbette hukukun üstünlüğü önemlidir. Ama bugün demokrasi ve hukuk kahramanı kesilenlerin karanlık sicillerini de görmek ve hatırlatmak boynumuzun borcudur. O zaman Hürriyet'in başını çektiği merkez medya, insanların şeref ve haysiyetleriyle hiçbir korku ve çekince olmadan rahatça oynayabiliyordu. Çok şükür, bugün böylesi medya linçlerini yapacak güçleri kalmadı.
Etiketler:
hukukun üstünlüğü,
Hürriyet,
masumiyet karinesi
9 Mart 2011 Çarşamba
Darbe günlükleri, Alper Görmüş ve "kefalet" üzerine...
Evetamatakipteyiz sitesinde, Zaman gazetesinin internet sitesinde dün gün içinde yayınlanan bir "alıntı" üzerine bir eleştiri yazıldı. Bu "alıntı" esas olarak, Alper Görmüş'ün dün Taraf gazetesinde yayınlanan yazısının büyük bir bölümünü, "'Ahmet Şık darbe günlüklerini yayınladı' yalan çıktı" başlığıyla veriyordu. Evetamatakipteyiz, Alper Görmüş'ün yazısının devamında Ahmet Şık'a "kefil" olduğunu yazdığı bölümün Zaman'ın internet sitesindeki alıntıda yer almamasını "çarpıtma" olarak nitelemiş. Aşağıda, Evetamatakipteyiz sitesindeki yazıya yaptığım yorum yer alıyor.
Bu haber Zaman gazetesinde yayınlanmadı, Zaman'ın internet sitesinde yayınlandı, ki siz de zaten buna dikkat etmişsiniz. Ama bilmiyorum dikkat ettiniz mi, bu haber Türkiye'deki internet haber yayıncılığında bir "gri alan" olan "alıntı/iktibas haber/köşe yazısı"nın tipik bir örneği. "Gri alan" olması, telif haklarına aykırılığından kaynaklanıyor. İnternetin Türkiye'de yaygınlaşmasıyla birlikte, özellikle de 28 Şubat sürecinde merkez medyadan andıçlarla tasfiye edilen Mehmet Barlas, Ufuk Güldemir gibi gazetecilerin açtıkları haber siteleriyle 2000'lerin başında internet haberciliği kendine özgü bir sesi, mecrası olma yolunda bayağı ümit vermişti, ama maddi imkansızlıklar, Türkiye'de medya düzeninin kendi kendini finanse edemeyen, bu nedenle iktidar ve güç odaklarıyla göbekten bağlı yapısı, haberin değil kanaat önderi gibi görev yapan köşe yazarların başını çektiği yorumun öne çıkması gibi nedenlerle internetteki haber siteleri büyük ölçüde basılı medyayı takip etmek zorunda kaldılar. Gazetelerde çıkan haberleri, köşe yazılarını aynen alıp yayınlayan ve bu şekilde bir sürü "hit" alıp reklam geliri elde eden bir asalak internet medyası türedi. Hatta haber7.com gibi Türkiye'nin en çok takip edilen haber sitesi bile günlük gazetelerden köşe yazısı "apartma"yı yakın zamanlara kadar sürdürüyordu. haber7.com gazetelerden aldığı köşe yazılarının artık sadece ilk bölümünü yayınlıyor. Devamı için okurları gazetelerdeki tam yazı linkine yönlendiriyor. Bir taraftan da, ülkedeki kutuplaşmanın bir yansıması olarak, sadece ve sadece belli yayın organlarını, belli internet sitelerini takip eden geniş bir okur kitlesi ortaya çıktı.
Zaman gazetesi, Türkiye'de internet üstünden de yayınlanmaya başlayan ilk gazete. Yakın zamanlara kadar internet sitesi, gazete içeriğinin haricinde sınırlı ölçüde "Son dakika" haberleri dışında gün boyunca statik kalıyordu. Ancak bir süredir, gün içinde de, diğer gazetelerde yayınlanan haberler ve köşe yazılarını bu şekilde "alıntı"layarak yayınlıyorlar. Burada uzun uzun bunları anlatarak vurgulamaya çalıştığım bir nokta var; sadece Zaman gazetesinde değil, diğer gazetelerin internet sitelerinde de, gün içinde "tık"lanmak ve kolayca tüketilmek üzere girilen içerikler, matbaadan basılarak çıkan, okurun erişmek için para ödediği "gerçek" gazetenin içeriğiyle aynı editoryal standartlara sahip olmuyor. Bu doğrudur, yanlıştır, eksiktir, bir tarafa, bu bir Türkiye gerçeği. Maalesef.
Alper Görmüş'ün yazısıyla ilgili Zaman'ın internet sayfasında çıkan "haber"e gelince, yayınlanan metinde Zaman editörü/muhabiri tarafından kaleme alınan, sadece yazının başlığı "'Ahmet Şık darbe günlüklerini yayınladı' yalan çıktı" ve aşağıdaki paragraf:
"Nedim Şener'le birlikte tutuklanan Ahmet Şık'ın asla Ergenekon'la ilişkisi olmayacağı çünkü onun Nokta dergisinde Özden Örnek'in "Darbe Günlükleri"ni yayınlayan gazeteci olduğu hemen her gazetede yer aldı. Olayın aslını bugün Alper Görmüş Taraf'ta yazdı. İşte yazısı:"
Konunun telif hakları ve intihalle ilgili boyutlarını bir tarafa koyacak olursak, yazının başlığı için şunu söyleyebiliriz: "Yalan çıktı" demek biraz sansasyonel olmakla birlikte, "Ahmet Şık darbe günlüklerini yayınladı" iddiası da aynı derecede sansasyonel bir iddia olduğu için, kabul edilebilir.
Zaman internet sayfasındaki haberin başlığını, Alper Görmüş'ün yazısına yapılan atfın temeli kabul edersek, "Olayın aslını bugün Alper Görmüş Taraf'ta yazdı" cümlesinde de bir sorun görünmüyor, çünkü Alper Görmüş'ün Taraf'taki yazısından yapılan alıntıda yaptığı tam da bu, yani olayın aslını açıklamak. Alper Görmüş'ün yazısında "olayın aslı"nı açıklaması ne derece "factual" ise, Ahmet Şık'a kefaleti de o derecede sübjektif bir değerlendirme. O noktada Görmüş'ün yazısı, haber olmaktan çıkıyor, yoruma giriyor.
Zaman'daki haber metnine getirebileceğimiz tek eleştiri, "İşte yazısı:" denerek, Alper Görmüş'ün sanki "olayın aslı"nı anlatma dışında bir şey yazmadığı, yani Ahmet Şık'a "kefil" olduğunu beyan etmediği izlenimi çıkıyor, ama yukarıda da belirttiğim gibi, bu kefaletin, Zaman'daki haberin çerçevesini çizen başlığı, yani "Ahmet Şık darbe günlüklerini yayınladı" iddiasının doğru veya yalan olması ile bir ilgisi yok.
Sanırım bu konuda gazetecilik etiği açısından varılabilecek yegane sonuç şu: Eğer Zaman'daki haber metninde "İşte yazısı:" değil de, "İşte yazısından ilgili bölüm" denmiş olsaydı, çok daha iyi olacaktı!
Bu haber Zaman gazetesinde yayınlanmadı, Zaman'ın internet sitesinde yayınlandı, ki siz de zaten buna dikkat etmişsiniz. Ama bilmiyorum dikkat ettiniz mi, bu haber Türkiye'deki internet haber yayıncılığında bir "gri alan" olan "alıntı/iktibas haber/köşe yazısı"nın tipik bir örneği. "Gri alan" olması, telif haklarına aykırılığından kaynaklanıyor. İnternetin Türkiye'de yaygınlaşmasıyla birlikte, özellikle de 28 Şubat sürecinde merkez medyadan andıçlarla tasfiye edilen Mehmet Barlas, Ufuk Güldemir gibi gazetecilerin açtıkları haber siteleriyle 2000'lerin başında internet haberciliği kendine özgü bir sesi, mecrası olma yolunda bayağı ümit vermişti, ama maddi imkansızlıklar, Türkiye'de medya düzeninin kendi kendini finanse edemeyen, bu nedenle iktidar ve güç odaklarıyla göbekten bağlı yapısı, haberin değil kanaat önderi gibi görev yapan köşe yazarların başını çektiği yorumun öne çıkması gibi nedenlerle internetteki haber siteleri büyük ölçüde basılı medyayı takip etmek zorunda kaldılar. Gazetelerde çıkan haberleri, köşe yazılarını aynen alıp yayınlayan ve bu şekilde bir sürü "hit" alıp reklam geliri elde eden bir asalak internet medyası türedi. Hatta haber7.com gibi Türkiye'nin en çok takip edilen haber sitesi bile günlük gazetelerden köşe yazısı "apartma"yı yakın zamanlara kadar sürdürüyordu. haber7.com gazetelerden aldığı köşe yazılarının artık sadece ilk bölümünü yayınlıyor. Devamı için okurları gazetelerdeki tam yazı linkine yönlendiriyor. Bir taraftan da, ülkedeki kutuplaşmanın bir yansıması olarak, sadece ve sadece belli yayın organlarını, belli internet sitelerini takip eden geniş bir okur kitlesi ortaya çıktı.
Zaman gazetesi, Türkiye'de internet üstünden de yayınlanmaya başlayan ilk gazete. Yakın zamanlara kadar internet sitesi, gazete içeriğinin haricinde sınırlı ölçüde "Son dakika" haberleri dışında gün boyunca statik kalıyordu. Ancak bir süredir, gün içinde de, diğer gazetelerde yayınlanan haberler ve köşe yazılarını bu şekilde "alıntı"layarak yayınlıyorlar. Burada uzun uzun bunları anlatarak vurgulamaya çalıştığım bir nokta var; sadece Zaman gazetesinde değil, diğer gazetelerin internet sitelerinde de, gün içinde "tık"lanmak ve kolayca tüketilmek üzere girilen içerikler, matbaadan basılarak çıkan, okurun erişmek için para ödediği "gerçek" gazetenin içeriğiyle aynı editoryal standartlara sahip olmuyor. Bu doğrudur, yanlıştır, eksiktir, bir tarafa, bu bir Türkiye gerçeği. Maalesef.
Alper Görmüş'ün yazısıyla ilgili Zaman'ın internet sayfasında çıkan "haber"e gelince, yayınlanan metinde Zaman editörü/muhabiri tarafından kaleme alınan, sadece yazının başlığı "'Ahmet Şık darbe günlüklerini yayınladı' yalan çıktı" ve aşağıdaki paragraf:
"Nedim Şener'le birlikte tutuklanan Ahmet Şık'ın asla Ergenekon'la ilişkisi olmayacağı çünkü onun Nokta dergisinde Özden Örnek'in "Darbe Günlükleri"ni yayınlayan gazeteci olduğu hemen her gazetede yer aldı. Olayın aslını bugün Alper Görmüş Taraf'ta yazdı. İşte yazısı:"
Konunun telif hakları ve intihalle ilgili boyutlarını bir tarafa koyacak olursak, yazının başlığı için şunu söyleyebiliriz: "Yalan çıktı" demek biraz sansasyonel olmakla birlikte, "Ahmet Şık darbe günlüklerini yayınladı" iddiası da aynı derecede sansasyonel bir iddia olduğu için, kabul edilebilir.
Zaman internet sayfasındaki haberin başlığını, Alper Görmüş'ün yazısına yapılan atfın temeli kabul edersek, "Olayın aslını bugün Alper Görmüş Taraf'ta yazdı" cümlesinde de bir sorun görünmüyor, çünkü Alper Görmüş'ün Taraf'taki yazısından yapılan alıntıda yaptığı tam da bu, yani olayın aslını açıklamak. Alper Görmüş'ün yazısında "olayın aslı"nı açıklaması ne derece "factual" ise, Ahmet Şık'a kefaleti de o derecede sübjektif bir değerlendirme. O noktada Görmüş'ün yazısı, haber olmaktan çıkıyor, yoruma giriyor.
Zaman'daki haber metnine getirebileceğimiz tek eleştiri, "İşte yazısı:" denerek, Alper Görmüş'ün sanki "olayın aslı"nı anlatma dışında bir şey yazmadığı, yani Ahmet Şık'a "kefil" olduğunu beyan etmediği izlenimi çıkıyor, ama yukarıda da belirttiğim gibi, bu kefaletin, Zaman'daki haberin çerçevesini çizen başlığı, yani "Ahmet Şık darbe günlüklerini yayınladı" iddiasının doğru veya yalan olması ile bir ilgisi yok.
Sanırım bu konuda gazetecilik etiği açısından varılabilecek yegane sonuç şu: Eğer Zaman'daki haber metninde "İşte yazısı:" değil de, "İşte yazısından ilgili bölüm" denmiş olsaydı, çok daha iyi olacaktı!
Etiketler:
Ahmet Şık,
Alper Görmüş,
darbe günlükleri,
etik,
evetamatakipteyiz,
gazetecilik,
journalism
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)